Mayıs 2014, Petra |
Geçen akşam Afrika kahveleri içmekten hoşlandığım bir yer olan Gayrettepe'deki Petra'ya gittim. Elimde Michel Pastoureau üstadın siyah rengin tarihiyle ilgili enfes kitabı da vardı.
Aylardır Petra'ya uğramıyordum. Yalnız başına gidilebilecek korunaklı bir mekân olması, dekorasyonun bir parçası olan çok ilginç koleksiyonlar barındırması, sessizliği, sakinliği, içinde ağır ve güzel kitapların olması çok hoşuma gidiyordu.
Kapıdan girişte birden durdum, önce yanlış bir yere geldim zannettim. Bir iki adım atınca baygınlık verici o meş'um caz şarkılarına karışan bir uğultu karşıladı beni. Arı kovanına benzeyen mekâna okul sıralarına benzeyen bir sürü masa konmuş. Bu masalarda sokaklarda olduğundan daha fazla havalı kadın ve erkek vardı.
Elbette kendimi yabancı hissettiğim bir yerde fazla duramazdım, kan ter içinde kendimi dışarıya zor attım ve bir daha dönmemek üzere cennetten cehenneme dönen Petra'dan ayrıldım.
İnsanların çok olduğu bir yerde kahve oluyor da huzur olmuyor maalesef.