12 Şubat 2010 Cuma

Defter



Bütün defterler artık Çin'de üretiliyor.

8 Eylül 2009 Salı

Fotoğraf kitaplığı



Kütüphaneleri çok severim, iyi bir kütüphanede kendimi evimde gibi hissederim, kendimden geçip kitapların dergilerin arasında başka bir dünyada yaşarım. Fakat ne yazık ki İstanbul'dayım ve bu koca şehirde iyi bir kütüphane yok, iyi bir kütüphanenin gerekli olduğuna inananların sayısı da çok az.

Geçen gün Milliyet Pazar'da 12 Eylül'de açılacak olan "Bilginin Mabetleri Kütüphaneler" sergisi dolayısıyla "Miraç Zeynep Özkartal'ın Ahmet Ertuğ ile yaptığı “Fotoğraf çekerken Zen rahibi gibiyim, bana saat bile sorulmaz”" başlıklı güzelim söyleşisini okurken yine kütüphane meselesini düşündüm. (Neyse ki Ertuğ'un fotoğraf sergisi gibi takdire şayan güzellikler de yaşanabiliyor İstanbul'da, kaçırmayacağım bir sergi olacak bu.)

"İyi kütüphane yok" deyince itirazlar gelecektir sanıyorum, bence iyi olduğunu düşünülen kütüpheneler aslında temel başvuru kaynaklarının bolca bulunduğu, ilk ve ortaöğretim öğrencilerini hedef kitle olarak gören (aslında ülkemiz kütüphanecilerinin temel sorunu bu) ve uzmanlaşmamış, kitap ve dergi (niye sadece dergilere adanmış bir kütüphanemiz yoktur?) çeşitliliği açısından kısır olan yapılardan ibaret.

İyi bir kütüphane nasıl olmalı peki? Birincisi her zaman ve herkese açık ve ücretsiz olmalı. "Acaba bugün, bu saatte kapalı mıdır?" diye hiç soru olmamalı zihinde. Üyeliğin çeşitli koşullara bağlı olduğu (araştırma görevlisi değilim, bilmem ne üniversitesinin öğrencisi de değilim, öğretim üyesi de değilim, e ozaman bu kütüphaneye giremezsin diyorlar, hadi bir şekilde ağlayarak girdik, neticede aradığınız dergiler kitaplar elimizde yok diyorlar) az da olsa bir ücret talep edilen sonra da sınırlı hizmet verilen, okuyucuyu hakir gören, daha da önemlisi aranan kitabın derginin bulunmadığı kütüphaneler de hiç iyi değildir. (Ülkemizin önde gelen bütçesi geniş olan üniversite kütüphaneleri bile çeşitlilik açısından sınıfta kalıyorlar, bilim üretmenin koşulları nedir, çok merak ediyorum, gözlemlerime göre donanıma (yazılım ise korsan olduğu için parasız) çok para yatırmak en önemli koşul galiba :(

İkincisi ve bence en önemli koşul ise kütüphanenin sıcak olması. Okuyucu gerektiğinde çayını kahvesini içebilmeli okurken, elleri cebinde pencereden dışarısını seyretmeli. Çay kahve meselesinde kitapların zarar göreceğinden korkan kütüphaneler bunun için masaların tasarımını değiştirebilir, daha çukur bir bölümde çay kahve konacak bir düzenek olabilir.

İyi bir kütüphane standartları yüksek olan kütüphanedir, buna tasarım da dahil elbette. Bir de dil meselesi var. Yabancı bir dergiyi talep ettiğinizde yok deniliyor, o dergi ingilizce deniliyor, ne olmuş yani dergi ingilizce veya ispanyolca ise diyorum ben de, iyi kütüphane yok derken işte tam da bunu kastediyorum, var olan kütüphanelerin yöneticileri okurlarını bence dikkate almıyor, kendi bütçeleri ve dünya görüşlerine uygun bir yönetim anlayışındalar. Daha üst düzey yöneticiler, politikacılar, belediyeciciler ise kütüphane fikrine bile yabancı zaten, onlar fotoğraf makinelerindeki otomatik moda benzeyen Google'ı kullanarak yaşıyor, 'kütüphane' bir yaşam biçimi olarak dünyalarında yok, daha iyisini düşünmek ise akıllarına bile gelmiyor, vizyon sahibi değiller de ondan, ABD'deki Kongre Kütüphanesini kuran siyasi irade bundan kuşaklar önce hakikatın ışığını görmüştü, bizimkilerin görmesi için ağır bir ameliyat gerekiyor sanırım ;)

Fotoğraf kitaplığı sorunu ise çok, çok daha acıklı bir konu. Hiç anlatmak istemiyorum şimdi.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Gazetenin bahçesinde, akşam



Akşamları, ağaçlar binayı aydınlatan spot ışıklarının arasında gözüme her defasında farklı görünüyor. 1994 yılından beri bu ağaçların arasında yürüyorum. Bina içinde sigara içmenin yasaklanmasından sonra gündüz gözüyle ağaçları seyretmek çok hoş değil çünkü dört bir yandan sigara kokuları geliyor. Ancak akşamları sigara kokusu olmayınca bu ağaçların gizemli yanları ortaya çıkıyor ve iyi geliyor kalbime.

Gazetenin içindeki klavye tıkırtılarından, sürekli zırlayan telefon seslerinden, bilgisayar farelerinin çıt çıt sesinden, gazete kağıtlarının hışırtılarından, topuklu veya spor ayakkabıların sesinden uzakta ağaçların arasından acele etmeden yürüyorum, yanımdan süzülerek geçenler var, kayıtsızca yürüyenler de, bir hışımla gelip geçenler de... İnsan ömrü dediğimiz şey de şöyle ya da böyle akıp gidiyor işte.

7 Şubat 2009 Cumartesi

Temizlik görevlisi



Gazete gibi çok sayıda insanın çalıştığı büyük yapılarda görevli olan temizlikçiler hayalet gibidir. Sessizce işlerini yaparlar ve gözünüze görünmeden ortalıktan kaybolurlar. Siz gelmeden bir iki saat önce erkenden gelip masanızı ve yerleri silerler, gün içinde çöp kovalarını boşaltırlar ve siz gitmeden önce onlar gider bile. Nadiren konuşursunuz, o da sohbet amaçlı değildir, bir süre sonra gözünüz onları farketmez bile, gelip gittiklerini de aslına bakarsanız görür görmez unutursunuz.

22 Ekim 2008 Çarşamba

Balya



Gazetenin mutfağında çalışanların gözleri alışkındır paketlere. Mutfağı derken sadece yazı işlerine mutfak deniliyor ya işin ağırlık kısmını taşıyanlardan söz etmek isterim mutfak deyince, baskı aşamasından, ulaşımından, masalara geldiği ana kadar olan kısımların da öyküsü yazılmalıdır. Bu insanlar diğer çalışanların uyudukları vakitlerde çalışırlar. Gece yarısından sonra sabahın ilk saatlerine kadar...

Baskıdan sonra üst üste yığılır gazete paketleri, atılır, birikir, bağlanır, kamyonlara yüklenir, taşınır, alınır, indirilir, paketler çözülür, bölüm bölüm ayrılır, gidecekleri yere göre dağıtılır, üzerlerine kısa notlar yazılır. Kamyonlar, el arabaları işlemeye başlar. Asansörlerde sabahın erken saatlerinde hayalet insanlar masalara gazeteleri bırakır ve gün başlar. Aradan biraz zaman geçer ve ardından kahveler çaylar yapılır, nihayet dumanı tüten gazetenin manşetine bakılır.

30 Temmuz 2008 Çarşamba

Gece sayfa hazırlamak



Fotoğrafın altına ne yazılacak?
Yazı belirlenen yere sığdı mı?
Sığmadıysa neresinden kırpılacak?
Taşra baskısında yer alan haberlerin
yerine yeni bir haber konacak mı?
Hangi haber çıkartılacak?
Yerine hangi haber gelecek?
Fotoğraf veya resim konacak mı?

27 Temmuz 2008 Pazar

Mola



Kafa işçilerinin dinlenme zamanı.

25 Temmuz 2008 Cuma

Muhabir



Muhabir açlık, yorgunluk, yoksulluk ve saldırı tehditleri altında çalışır. Saatlerce, günlerce hazırlandığı haberler yayımlanmayabilir, yaptığı bir haber yüzünden işten atılabilir, ikramiye alabilir, kafası kırılabilir. İkinci tür bir muhabir ise yılbaşı, doğum günü gibi türlü vesilelerle hediyeler alır, giysilere, pahalı saatlere, parfümlere, yurtdışı seyahatlare para ödemez. Yani standartları olmayan bir dünyadır muhabirlik.

Karikatürist




Bazen bir karikatür ortalığı karıştırır, davalar açılır, insanlar yürüyüş yapar, dayaktan cinayete uzanan bir zincirin halkaları belirir birden. Tehlikeli karikatürler birinci sayfaya konmaz, iç sayfalarda hadım edilir, bazen boyutu küçültülür ve tehlikesi daha da azaltılır.

24 Temmuz 2008 Perşembe

Haber Merkezi



Haber Merkezi bir gazetenin en ilginç bölümlerinden biridir bence. Onlar gelen haberleri ayıklar, düzeltir, kısaltır, doğrular ve yazı işlerine gönderir.

22 Temmuz 2008 Salı

Dış Haberler Servisi



Epeydir yazmamışım. Diğer bloglara ufak tefek şeyler yazdığımdan bir de şu internet bağlantısı sorunumu çözemediğimden. Neyse. Yeni projemden söz etmek istiyorum. Bir gazetenin portresi üzerinde düşünüyordum. Yukarıdaki fotoğraf kolayca tahmin edileceği üzere Dış Haberler Servisi'nin portresi işte. Sonra Haber Merkezi, Yazı işleri diye gitmek istiyorum. Bakalım.

18 Ocak 2008 Cuma

15 Ocak 2008 Salı

Sinema, tv, fotoğraf, nehir, ova, merdivenler




Bir ekranda akıp giden görüntüleri sevmiyorum. Sinemadan epeydir uzak duruyordum zaten. Geçen yıl ise sinemadan ve tv'den hepten nefret eder oldum. Filmler insanı aptallaştırıyor. Artık sadece ağır filmler, belgesel ve çizgi/bilimkurgu filmlerin bir kısmına tahammül edebiliyorum. Çoğu zaman da sonuna kadar izleyemiyorum, canım sıkılıyor. İzlediklerim de sayılı zaten. Sadece filmler değil haberleri seyretmek bile bir işkence halini aldı ki onu da bıraktım. Gazete, dergi, kitap, çizgi roman okuyorum.

Dvd film koleksiyonu yapan bir arkadaşım var. elinde yüzlerce film... Elbette kopya filmler bunlar. Bilgisayarı hiç kapanmıyor. Durmadan yükleme halinde. Bu koleksiyona başlamadan önceki arkadaş değil artık. Giderek daha az konuşan, konuşurken konunun başını sonunu tutturamayan bir hale dönüştü, isimleri de sürekli unutuyor. Onun gibi film seyretmeyi ve biriktirmeyi tutku haline getirenleri gördükçe benzer izlerin çoğunu onlarda da görüyorum. yaşayan ölülere dönüşüyorlar ne yazık ki. Aptal ve kayıtsız ruhlar halinde sadece basit filmleri izlemek için yaşıyor.


Sinemadan, televizyondan geçmek, fotoğrafa nehre, ovaya varmak, merdivenlerde oturup dünyayı okumak istiyorum.

Bu sinema/tv endüstrisi tıpkı futbol ve uyuşturucu mafyası/sistemi gibi. korkunç paralar harcanıyor. vitrinde yüzeysel bir güzellik var, gerisi çirkinlik, pislik, kültürsüzlük, cahillik. Onca para nerelere harcanıyor peki? ortada ilerleme diye bir şey yok. Endüstrinin kendisi devasa bir ahtapot gibi yayıldıkça yayılıyor. Her bir şeyi yutup öğütüyor. ya o sinema/tv oyuncularına ne demeli? Aldıkları paraları ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Çoğu abuk sabuk insanlar. İnsan olarak birikimsiz ve cahiller. Paraya ve şöhrete tapan magandalar halinde her yerde karşımıza çıkıyorlar. Gazetelerde, dergilerde sayfalar dolusu yerler ayrılıyor bu magandalara, nasıl da iyi oyuncular oldukları söyleniyor.


Oysa bu insanlar ne yapıyor? Setlerde öpüşüyorlar, sevişiyorlar, atlayıp zıplıyorlar, bolca konuşuyorlar, samimi olmayan dertleri anlatıyorlar ve ömrünü bilime/sanata/edebiyata adayan insanlardan çok çok daha fazla para kazanıyorlar, çok daha iyi yaşıyorlar. Ne tuhaf.

Ama öylesine de gülünç ve acıklı görünüyorlar ki... 

13 Ocak 2008 Pazar


Bilgisayar çöktü


İşte bu kadar. Bilgisayarım çöktü. Yedekleme yapmanın önemini bir kez daha anlamış bulunmaktayım. Bir kısım yedeklerim duruyor. Ancak güncelleme konusunda tembel olduğumdan son bilgiler uçtu gitti. Neyse sabit disk hp'ye gitti. Bakalım kurtaracaklar mı?


fgunluk


Son zamanların en güzel paylaşımlarından biri http://fgunluk.blogspot.com/ üzerinde görülebilir :)


Çalışmalarına hayranlık duyduğum Anıl kardeşim ile aramıza Murat Eren'i de alarak yazı ağırlıklı bir fotoğraf blogu oluşturduk. Murat işten güçten vakit bulup da yazarsa şahane olur. Onun http://meren.org/blog/'daki yazılarını severek takip ediyorum zaten.